AĞRI DAĞI TIRMANIŞI 2014
FAALİYET
TARİHİ: 05 TEMMUZ-13 TEMMUZ 2014
FAALİYETE
KATILANLAR:
1.MUSTAFA
SÖZLÜ
2. YÜCEL
TELLİCİ
3. FATİH
AKKUŞ
4.
GÖKHAN AKKUŞ
5. NİHAL
ARTAR
6. RANA
KORKUNÇ
7.
MUSTAFA YAŞAR YILMAZOĞLU
8.
MUSTAFA GÜRBÜZ
9.
SERHAN YEDİG
10.
KAMİL LORTOĞLU
ULAŞIM VE KONAKLAMA:
Ekip 5 Temmuz 2014 tarihinde
farklı saatlerdeki uçak seferleri ile uçarak Van havaalanında buluştu.
5 Temmuz 2014: Van Gölü Akdamar
iskelesi karşısında çadırlı kamp
6 Temmuz 2014: Nemrut Krater
gölü kıyısında çadırlı kamp
7 Temmuz 2014: Doğubayazıt
Ararat Otel
8.9.10.11 Temmuz 2014: Ağrı
dağında çadırlı kamp
8.9.11 Temmuz 2014: 3200 metre
yeşil kamp
10 Temmuz 2014: 4200 kampı
12
Temmuz 2014: Doğubayazıt Ararat Otel
AĞRI
TIRMANIŞI
08-12
TEMMUZ 2014
Birinci Gün-08 Temmuz 2014
Çevirme Köyü yakınlarında bir yerde
2100 metrede yükleri minibüsten alarak, katırlara yükledik.
Yol boyunca çobanlarla ve
sürüleriyle karşılaştık.
“Her
yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrıdağının tekmil çobanları gölün kıyısına
gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üstüne serip gölün
kıyısına sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte Ağrıdağının
öfkesini günbatımına kadar çalarlar. Ağrı dağı çobanları güzel kara kederli
gözlüdürler. Uzun, çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları
dalgalanır.”
Ağrı
Dağı Efsanesi/Yaşar Kemal
Saat 10.30 da yürümeye başladık ve
14.30 da 3200 metre kampına(yeşil kamp) vardık. Yürüyüşün başından itibaren
hava kapalıydı. Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra yağmur başladı. Daha sonra
doluya dönüştü. O kadar şiddetli ve nohut büyüklüğünde yağıyordu ki, ellerimizi
acıtıyordu. Bir ara hepimiz bir kaya kovuğu bularak sığıştık. Ekibin dehası,
görev adamı Mustafa elinde cep telefonu kamerası ile bu durumda kayıt yapıyor
ve herkesin duygu ve düşüncelerini soruyordu.
Yağmurluğu olmayan ya da giymeye
üşenen arkadaşlar epey bir ıslandılar. Kampa vardığımız da ıslananların sadece
biz değil, katırlara yüklediğimiz eşyaların da sırılsıklam olduğunu gördük.
Demek ki, hem çantanın içine konulan malzemeyi, hem de çantanın kendisini
yağmur ve benzeri dış etkenlere karşı naylonlamak gerekiyormuş.
Toplam 4 saatlik bir yürüyüşten
sonra yeşil kampa (3200) vardık. Çadırlarımızı Kurduk ve içine yerleştik. Üzerimizdeki
ıslak malzemeyi çıkarttık, biraz dinlendik. Aşçımız Mahmut hazırlık yapmıştı. Çayımızı
içtik, bir şeyler atıştırdık. Akşam yemeği her gün akşam 18.00 de. Bu konuda
Mehmet (Esas rehberimiz) biraz hassas. Yemek konusunda şanslıydık, hemen hemen
her gün gerek yemeklerden gerekse kumanyalardan(Mehmet’in deyişiyle lançlardan)
pek şikâyetimiz olmadı. Hatta yiyemediklerimizi Mahmut’a geri verdik.
Akşam yemeğinden sonra Mehmet
çoklukla Kürtçe şarkılar söyledi, halaylar çekildi. Kürtçe “Çavreşamın” sözünün
Türkçe “kara gözlüm” demek olduğunu öğrendik. Bu konuda Mehmet biraz üzgün,
şöyle ki, “madem biz kardeşiz, ben Türkçe konuşabiliyorum da, siz neden hiç
olmazsa bir kelime Kürtçe bilmiyorsunuz”. Bu sözler haklı olabilir de, sanırım
tartışma yeri burası değil. Daha sonra da böyle durumlarda siyaset konuşmanın
ne kadar yanlış olduğu anlaşıldı. Bir birimizin kalbini kırmaktan ve araya
soğukluk sokmaktan başka bir işe yaramadı.
Kampta bir de küçük Ahmet var.
Kürtler ona “Ağmi” diye sesleniyorlar. Kara gözlü, kıvırcık koyu saçlı. Her işe
koşuyor. İnce sesi ile sürekli gülerek konuşuyor. Hepimiz onu çok sevdik.
Nedendir
bilmem bu dağda sürekli bir ağlama hissim var. “Gel ha gönül havalanma, engin
ol gönül engin ol” derken ağlamak geliyor içimden. Bir arkadaşımız Mehmet’e
üşüyorum dediğinde “Normaldir, insan üşür” dedi. Tekrar etmeye başladık. İnsan
üşür. İnsan üşür. İnsan üşür. Felsefi bir anlam kazandı cümle. Elbette bazı
şeylerden kaçınılamaz. Elbette insan üşür. Elbette insan zamanı geldiğinde
ağlar. Elbette insan zamanı geldiğinde ölür. İnsan üşür.
İkinci gün-09 Temmuz 2014
Dün gece Ağrının zirvesi hep kapalı
idi. Sabah 4200 den dönen arkadaşlardan öğrendik ki, hiç kimse zirve yapamamış.
Ağrı’nın öfkeli günlerinden birine rastlamışlardı.
Bugün aklimatizasyon için 3800
metreye kadar tırmanma ve geri dönme kararı verildi. Hava raporlarına göre
sabahtan hava açık, öğleden sonra ise yağmurlu görünüyor. Bu yüzden erkenden
çıkmaya karar verdik, ancak bu mümkün olmadı ve saat 09.30 da tırmanmaya
başladık. Hava biraz kapalı gibi.
Rehberimiz Metin o kadar güzel bir
tempo ile yürütüyor ki, 3800 metreye ne zaman geldiğimizi anlayamıyoruz. Burada
grup ikiye bölündü altı kişi 4000 e yürümeye, dört kişi ise dönmeye karar
verdi.
Altı kişi 4100 metreye kadar
yürüdük, biraz yorulmuştuk. Hava da iyice kapatmaya başladı. Neyse ki kampa tam
zamanında ulaştık. Anında yağmur bastırdı. İyi bir faaliyet oldu. Kendimize
güvenimiz geldi.
Döndükten sonra Ağrı dağı önünde
pankartlarla fotoğraflar çektirdik.
Ağrı’nın öfkesi bir türlü
dinmiyordu. Endişelenmeye başlamıştık; ancak bütün raporlar çıkış gününde
havanın açık olacağını bildiriyordu.
3.
Gün-10 Temmuz 2014
Geldiğimiz günden beri, çadırlardan
çıkar çıkmaz karşımızda geniş bir ova ve ovanın karşı yamacında Doğubayazıt
uzanıyor. Geceleri Gürbulak sınır kapısının “s” çizen parlak ışıkları kendini
fark ettiriyor. Küçük Ağrı ve diğer dağlar Türk-İran sınırını belirlemektedir. 1639
yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla Türk-İran sınırı belirlendi.
Günümüzde dahi geçerliliğini sürdüren Ortadoğu'da emperyalist cetvelle
çizilmemiş yegâne sınırdır. Kâşgarlı Mahmud ayrılmaz Türk-Fars ilişkilerini
esprili bir şekilde şöyle özetlemiştir.
Başsız börk bolmas Başsız şapka olmaz
Tatsız Türk bolmas Fars’ sız Türk olmaz
Sabah sakallarımız iyice uzamış
olarak çadırlardan çıktık. Ben artık iyice babama benzemeye başladım.
Rana ile yoga hareketleri yaptıktan
sonra gönüllü üç arkadaşımız meditasyon ile uyumaya ikna oldu. Kimler, tabii ki
Mustafa, Gökhan ve Metin. Kıkırdamalar arasında uyumaya çalışan arkadaşların
pek uyudukları söylenemez, ama Küçük Ahmet’in “Şu kız üç adamı bayılttı” sözü
hepimizi dakikalarca güldürdü.
Saat 09.15 de 3200 metreden
ayrılarak, 4200 kampına hareket ettik. 3850 metrede bir mola verdik. Başka uzun
mola verilmedi. Sadece atlar geçerken küçük duraklamalar oldu. Saat 12.00 de
kampa ulaştık. Düşündüğümüzden ve bize anlatılanlardan daha iyi ve daha geniş
bir alandı. Yok, kayaların arasında yatıyorsun, yok etraf pislikten geçilmiyor.
Valla, ben öyle görmedim. Gayet güzel bir yere, çıkışta sağ tarafa başta
İskender Iğdır’ın hayatını kaybettiği ve birçok dağcının düşerek yaralandığı
Öküz deresi bulunuyor. Burası metrelerce düşüşü olan bir uçurum. Uçuruma en
yakın çadır Rana ve Nihal’in, onların yanında Mustafa Dönmez ve Serhan’ın,
üstlerinde Ben ve Yücel’in, bizim üstümüzde Fatih ve Gökhan’ın çadırları var.
Bu taraf biraz daha az rüzgar alıyor. Diğer tarafta Mustafa Yaşar ve Kamil ile
rehberlerimizin çadırları ve mutfak çadırı var.
Öküz deresi tarafından zaman zaman
çözüle buzlarla birlikte aşağıya düşe ve parçalanan kayaların sesi geliyor.
Gece saat 02.00 de yola çıkacağımız
için erkenden yattık, ancak hava soğuktu ve öyle şiddetli bir yağmur yağıyor ve
şimşekler çakıyordu ki sanki dağ yerinden sökülüp gidiyordu. Yakınlara
yıldırımlar düşüyor ve kayalar öküz deresine yuvarlanıyordu.
“ Ağrıdağı gecelerde daha büyür,
ağırlaşır, dünya yalnız ağrıdaymış gibi gelir insana. Ulu sessizliğini korkunç
gümbürtüler parçalar. Bir uçtan bir uca… Ağrıdağı ıssızlıkta kaynar. Karanlık
gecelerde ağrı silinmez, geceye karışmaz, daha karanlık, ıssız bir gece gibi
evrenin üzerine yürür. Ay ışığında bir ince pırıltıdır, salınır. Gecede
korkuludur. Karanlığı duvar gibi. Yıldızsız, silme karanlık gecelerde, çok
derinlerde, bin yıl ötelerden gelircesine, Ağrıdağından koygun, boğuk uğultular
gelir.”
Ağrı
Dağı Efsanesi Yaşar Kemal
Bu dağ beni ağlatacak, ağlatacak
derken, birden gözlerim doldu ve birkaç damla yaş döküldü. Artık engel olmak
istemedim ve rahatladım.
Cep radyosunda istasyonları aradım.
Neredeyse hepsi İran’ın kuzeyinden Azerice yayın yapan radyolar. Birkaç güzel
Azerice mahnı (Azeri türküsü) dinledim ve uyudum.
4. Gün-11 Temmuz 2014
Saat
02.00 de yürümeye başladık. Tamamen kayalarla kaplı bölgeden, dolunayın ışığı
altında, kafa lambaları ile yürümeye başladık. Tempomuz oldukça iyi. Bugün
fazla çıkış yapan grup yok. Dün gecenin ve ondan önceki günlerin aksine Dağ
yüzünü bize açmıştı ve neredeyse ılık bir hava vardı. Bir mont bir termal
içlikle çıkıyorduk. Neredeyse hiç mola vermeden 4500 metreye kadar tırmandık.
Artık kar yoğunlaşmıştı ve yer yer donmuş toprak, kaya ve buz karışımları
vardı. Kramponların takılmasını rehberimiz Mehmet söyledi. Bazı arkadaşlarımız
zorlandı. Böyle dağlara gelirken mutlaka herkesin kendi kramponu olmalı veya
kramponlar önceden dağıtılmalı ve gece soğuk havada eldivenle denenmeli. Bu
noktada hepimiz kramponları taktık.
4800 metreye kadar fire vermeden
gelmiştik. Bu iyi bir durumdu. Burada Rana devam edemeyeceğini söyledi. Mehmet
Rana ve Kamil’in Metin’le birlikte dönmesini söyledi, ancak kamil devam
edeceğini bildirdi. Mehmet de üstelemedi. Metin ve Rana 4200 kampına döndüler.
İnternet'ten Ağrı dağı rotalarını incelediğimizde sanki yan geçişler varmış gibi görünüyor. Bu durum çıkış yapacakları yanıltmamalı. Ağrı dağı tırmanışı neredeyse yan, yamaç yürüyüşü olmayan bir dağ. 5000 metreye kadar hemen hemen hiç yan hareket yok; kendimizin çizdiği zikzaklar dışında.
4800 metre-5000 metre arasında
grup zaman zaman bölünse de çok güzel bir uyum sergiledi. Önde gidenler
arkadakileri bekledi. Onlar geldikten sonra dinlenildi ve tekrar devam edildi.
Bu uyumu her zaman yakalamak mümkün olmuyor. Mustafa Yaşar zaman zaman
yorgunluk belirtileri gösterse de devam etmeye çalışıyor. Vücudu Mustafa’yı
devam etmeme konusunda ikaz ediyor. Mustafa iyi bir dağcı olduğunda bunu
öğrenecek:) 5000 metreden 5100 metreye kadar tembel adımı ile ve güzel bir
tempo ile tırmandık. Artık zirve önümüzde idi. Fotoğraf çektirenler,
birbirlerini tebrik edenler görülüyordu. Ekip olarak 5100 metreye ulaştık.
Bu
noktada tekrar toparlandık. Ancak bir eksiğimiz vardı. Mustafa rahatsızlandı.
Hafif bir dağ hastalığı geçiriyordu. 37 metre kala bırakmak zorunda kaldı.
Durumu bizi oldukça korkuttu. Sürekli uyumak istiyordu. Bu durum 3200 kampına
dönene kadar devam etti. Sık sık dinlendi. Kayaların üzerine uyumak için
uzandı. Buna hiç birimiz müsaade etmedi. 3200 kampına geldiğimizde iyice
kendisine gelmiş ve rahatlamıştı. Elbette Mustafa zirve yapmıştı. Üstün insan
Mustafa zirveye 37 metre kala dönmeye karar vermişti!
Altı
arkadaş yine küçük zikzaklarla ve tembel adımı ile Gökhan’ın liderliğinde
zirveye tırmandık. Kendi bayraklarımızı ve pankartlarımızı açtık. Yerli ve
yabancı dağcılar bu organize halimize şaşırdılar. Bizim bayrak ve
pankartlarımızdan faydalandılar.
Gerçekleştirdiğimiz
Hedefler:
ROTA
dağcıları olarak bir dağa daha adımızı yazdırdık.
Atatürk’lü
bayrağımızı dalgalandırdık.
Serebrenitsa’da
katledilen kardeşlerimizi andık.
Cefakâr
eşlerimizi andık, onlara sevgilerimizi Türkiye’nin çatısından ilettik.
İnancımızı
tazeledik.
Sevgili
Yücel, ikincisinde başardığı zirve tırmanışında oldukça duygulandı. Onun da,
benim de gözlerimiz doldu; bir müddet konuşamadık.
07.30
da ulaştığımız Zirvede yaklaşık 20 dakika kaldık ve saat 07.50 de hareket
ettik. İniş her zaman olduğu gibi oldukça zor ve zahmetli oldu. İniş esnasında
Fatih ciddi bir kaza geçirdi. Kayalara ayağı takıldı ve başının üstüne, öne
doğru düştü. Yaklaşık 150-200 metrelik eğimi yüksek bir yerdi. Düşme hızıyla
birlikte öne doğru kayalara çarparak yuvarlanmaya başladı. Refleks olarak
başını ellerinin arasına alması ciddi yaralanmasını engelledi, ancak kendi
çabaları ile durması mümkün değildi. İyi ve kafasında olabilecek her şeyi
yaşayan rehberin faydası burada ortaya çıktı. Birkaç saniye içinde ani bir
hareketle Mehmet kendini Fatih’in yuvarlanma yolu üzerine attı ve cenin
vaziyeti aldı. Fatih bütün hızı ve kramponlu ayakları ile Mehmet’e çarptı. Bir
yarım metre sürüklendiler, sonra durdular. Krampon Mehmet’in sadece pantolonunu
yırtmıştı; Fatih’te ise daha sonra ortaya çıkacak ezilmeler ve ufak tefek
yaralar mevcuttu. Ucuz atlatmıştık. Hepimiz, özellikle Gökhan çok sevindi.
Kardeşlik başka bir şey! Gözlerinde
korkuyu ve abisine olan sevgiyi gördüm.
Geldiğimiz
rotadan değil, daha karlı ve dik bir rotadan neredeyse kampın yakınına kadar
kramponlarla indik. 4200 kampında grup ikiye bölündü. Fatih, Mustafa ve Rana
Metin’le önceden yola çıktılar. İkinci grup yaklaşık bir saat sonra çadırları
toplayarak yola çıktık. Saat 15.00 de 3200 kampına geldik. Saat 18.00 e kadar
uyuduk, dinlendik. Sanki dağa çıkmamışız gibi hiç yorgunluğumuz yoktu. Geceyi
3200 kampında geçirdik. Nasıl rahat uyumuşuz! Anlatmak mümkün değil.
5. Gün-
12 Temmuz 2014
Kahvaltıdan
sonra saat 08.30 da Çevirme Köyüne hareket ettik. Bir doğa yürüyüşü şeklinde
sohbet muhabbet ederek 2100 metreye, minibüsle buluşacağımız noktaya ulaştık.
Toplam yürüyüş iki buçuk saat sürmüştü. Minibüsle Doğubayazıt’a hareket ettik.
İshak Paşa Sarayı ve Ahmed-i Bani Türbesini gezdik, otele yerleştik. Çoğumuz
sakallarımız kestik. Duş yaptık. Biraz kiri üzerimizden attık.
Akşam
yemeği için İshak Paşa Sarayı yolu üzerinde Mecit Beyin sahibi olduğu Lalezar
piknik alanına gittik. Aldığımız oğlağı Yücel ve Fatih saç kavurma yaptılar.
Sazlı sözlü güzel bir gece idi. Sonunda muhabbete siyaset girince ortam
tatsızlaştı. Genel kurallardan vazgeçmemeli: Sohbet toplantılarında politika,
din ve spor konuları konuşulmaz, hele içki varsa.
Mecit
Bey, bu dağın farkı nedir diye sormuştu. Verdiğim cevapla bitirmek istiyorum.
“Bundan
önce farklı dağlara çıktım, zirve yaptım. Bu dağlara çıkarken zirveye sadece
bir günlük tırmanışla, zirve tırmanışıyla ulaştım. O dağlar benim için sadece
zirveden ibarettir. Ancak Ağrı Dağını 2100 metreden 5137 metresine kadar
yaşayarak çıktım. Her rakımda ayrı bir tat aldım. Tırmanış esnasında
çobanlarını tanıdım, katırcılarını tanıdım, çocuklarını tanıdım, atlarını
tanıdım. Çeşit çeşit çiçeklerinin, kekiğinin kokusunu aldım. Kürtçe şarkılarını
dinledim. Sıcağını, soğuğunu yaşadım. Kısaca ben Bu dağı yaşayarak çıktım.
Bundan öncekiler zirve idi, Ağrı ise bir dağ.”





Yorumlar
Yorum Gönder