Bugün günlerden Orhan Kemal
Ne zaman yabancı bir şehre gitmeye karar versem, önce o şehirde peşine düşeceğim bir yazar ya da şair arıyorum. Ancak kendi şehirlerimizi gezerken bunu genelde göz ardı ediyorum. Büyük bir eksiklik.
Kadıköy-Karaköy vapuruna oturdum ve
hemen kitabın ilk sayfasını açtım. Roman şu paragrafla başlıyordu.
“ Taa Kurtalan’dan
kalkıp, yolu üzerindeki irili ufaklı istasyonlardan topladığı çeşitli
yolcularla tıka basa dolu “Kuşluk treni” Haydarpaşa Garı’na çığlık çığlığa
girdi. Ağırlaştı. Sonra da ıslak fışıltılarla rayların üzerine upuzun serildi
kaldı.”
Vapurun penceresinden karşımda kırık
dökük de olsa Haydarpaşa Garı duruyordu. Gerçi ne trenler ne de ıslak fışıltılı
raylar kaldı, ama roman bir anda beni içine aldı.
Roman yazılalı 55 yıl olmuştu, güzel
ülkemde değişen hiçbir şey olmadığı gibi, her şey sürekli tekrarlanıyordu. Hep "Toplumsal hafızamız yok" lafını duyarız da; her şeyin birebir bu kadar benzemesi
insana pes dedirtiyor. En iyisi mi alın romanı okuyun. Ben sadece size yine
romandan birkaç paragraf yazayım.
“Atatürk’ten sonra
en büyük Türk” işbaşındaydı… İşte “Atatürk’ten sonra en büyük Türk’ün nurlu eli
İstanbul’u taş taş üstüne koymamacasına yıkıp yeniden yapmak için harekete
geçmiş, dev makineler, hayırlı istimlakin dev makineleri tarihsel kocaman
kocaman yapılara toslamaya başlamıştı.
Karısının dediği
gibi, Büyük Beyefendi ilimden, âlimden nefret ederdi. Çevresindekilerden ona
kayıtsız şartsız bağlanmalarını ister…
Şimdilik “Atatürk’ten
sonra en büyük Türk” sonra da “Atatürk de dâhil, en büyük Türk” olacaktı…
Hepsini buraya almam mümkün değil, okuyunca çok
şaşıracaksınız. Bence alın okuyun.
Bu duruma hem sevinebilir, hem üzülebilirsiniz.
Sevinirsiniz, çünkü hiç kimse ilelebet hükmedemiyor. Üzülürsünüz gidenin yerine
gelen yine aynı zihniyetten başka birisi oluyor.
Konu uzattıkça uzatılabilir ve
ortaya siyasi bir yazı çıkar ki hiç bu sulara girmek istemiyorum. Bu konuda
yazı yazan çok değerli arkadaşlarım var.
Güzel bir vapur yolculuğundan sonra Karaköy’e geldim.
Karaköy’de vapurdan indikten sonra Beşiktaş yönüne doğru
on dakika yürüdüm, Tophane Çeşmesinin karşısından yolun sol tarafına geçtim ve
levhaları takip ederek tırmanmaya başladım (Defterdar Yokuşu). Allah’tan serde
biraz dağcılık var. Siz Orhan Kemal Müzesini görmek isterseniz, Taksim
tarafından, Galatasaray lisesinin arkasından gelin; ya da iki ay önce tırmanma
çalışmalarına başlayın.
Müze bir apartmanın giriş katında, gezebilmek için
apartmanın alt katındaki kitapçıya söylüyorsunuz, o kapıyı açıyor. Ücreti 10
lira. Orhan Kemal bu evde yaşamamış; sadece müze olarak düzenlenmiş. Yazara ait
eşyalar bulunmakta, bence yolunuz o taraflara düşerse görün derim. Yakınlarda
masumiyet müzesi de var. O da inşallah bir başka sefere, çünkü Haliç’in öte
tarafına geçeceğiz.
Hava kapalı gibi duruyor, sıcaklık 35 derece civarında.
Galata köprüsünden Kadir Has Üniversitesine kadar yürüdüm. Daha önce harita
çalışması yapmama rağmen birkaç kişiye sorarak Orhan Kemal’in evini buldum. Bir
iki gence sordum, boş boş baktılar. Semtte Pazar kurulmuştu. Yaşlı bir teyze
elinde Pazar poşetleri iki büklüm gidiyordu. Dedim Orhan Kemal’in evi deyip de
kafasını karıştırmayayım; “Affedersiniz Orhan Kemal Sokağı nerede biliyor
musunuz?” dedim. Güzel bir Türkçe ile “Yanlış bilgi vermeyeyim, dur bakayım.
Orhan Kemal’in Evi. Şu beyaz arabanın girdiği sokaktan in, işte orada” dedi. Ne
varsa eski kuşakta, gençlerimiz alınmasın. Burnunun dibindeki yeri bilmiyor.
Orhan Kemal 27 eserinin
16’sını 1954-1966 yılları arasında 12 yıl yaşadığı bu küçük yeşil evde yazdı. Ev
çok bakımsız, ama yine de insan en azından yıkılmadığına şükrediyor. Aslında
böyle kalması daha iyi olmuş. Muhtemelen yazar yaşarken de böyle sefalet vardı
bu sokaklarda. Evrensel’ den bir alıntıyı aktarıyorum.
Fener,
Küçük Pazar, Unkapanı, Cibali gibi kimi İstanbul semtleri onun öykü ve
romanlarında adı sık sık geçen yerlerden bazılarıdır. Cibali denince akla
şimdilerde Kadir Has Üniversitesi olan Cibali Tütün Fabrikası gelir. Haliç
kıyısında kurulu bu fabrika Cibali’ den Eminönü ve Sirkeci'ye kadar uzanan
semtleri birer işçi semti yapmıştır. Karşısı Haliç Tersanesi'dir. Orhan Kemal
1954 ve 1966 yılları arasında Cibali’ de, bu daracık sokakları, ahşap evleriyle
insanların "ekmek kavgası" verdiği şirin işçi semtinde yaşadı.
Cemile
romanında mahalleyi şöyle tarif eder; "Çürümüş, tahta, paslı teneke ve
kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi mahallesi sanki bir seldi, bir seldi
de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç
anaforlar yapa yapa gelmiş, yıllardan beri mahallenin nabzı gibi atan
fabrikanın ağı, beyaz taşlarla örülü, kalın, sağlam ve yüksek dört duvarına
yandan yüklenmiş, ama duvarları aşamadan takılmış kalmıştı."
Burada
iki katlı bir evde ufacık bir odada Türk Edebiyatının unutulmaz romanlarını
yazdı. Semtinin bütün insanları gibi yoksuldu, beş parasızdı ama kalemini
satmadı. Şimdi o, bu mahalleyi bırakıp gideli uzun yıllar bile geçmiş olsa, onu
buralarda yaşarken tanıyanlar arkasından dürüst bir insan olduğunu ve komünistlikten
içeri alındığını hatırlıyorlar. Orhan Kemal adı bir efsane gibi hâlâ yaşıyor
Cibali'de.
Yazarın evine 100 metre mesafede Üsküblü Çakır Ağa
Cami var. Tam öğle ezanına rastladım. Yaklaşık 10 kişilik bir cemaatle öğle
namazını kıldık. Yaşlılar caminin serinliğinden çok memnundular. Kim bilir
belki Orhan Kemal de bu semtte ayrı bir huzur bulmuştur. Onun ruhuna da dua
ettim. Dünya da çektirdiğimiz sıkıntılar inşallah öbür tarafta kefaret
olmuştur.
Karnınız acıkmışsa
caminin tam karşısında Umut ev yemekleri var. Üniversite öğrencileri çoğunlukla
müşterileri. Ben orada karnımı doyurdum.
Sonra Cibali ve Balat’ı dolaştım. Toplam 20.000 adım
atmışım. Bu günlük bu kadar yeter. Yarına Allah Kerim.
Not:
Bu hafta yapacağımız Fener Balat gezisinde Orhan Kemal Evini de göreceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder