Bu Sefer Lviv Dedik



Lviv’in hem yazını, hem de kışını gördükten sonra artık bir yazı yazma zamanı geldi. Lviv’le ilgili bloglarda ve internette birçok yazı bulabilirsiniz. Nasıl gidilecek, nereleri görülecek, nerelerde ne yenilecek, gece hayatı nasıldır, gündüz hayatı nasıldır?                                                                

Ben bir şehre gitmeden yaklaşık iki ay önce okumalara,  şehri Google earth ve Google maps’de gezmeye başlıyorum. O kadar çok blog okuduktan sonra, insanın aynı konuları tekrar, tekrar yazası kalmıyor.

Yine de bir şeyler yazmak lazım.

Benim gibi aynı şehre farklı zamanlarda gidebilmek gibi bir şansınız yoksa şehrin hem yazını, hem kışını görmüş ve yerli halkın önerilerini dinlemiş birisi olarak Mayıs, Haziran aylarını tercih edin derim. İlle de sıcak diyenler elbette Temmuz, Ağustos tercihi de yapabilirler.

İlk Lviv gezimiz 07-10 Mayıs, ikincisi ise 21-25 Kasım tarihlerinde gerçekleşti.

Benim için bir şehre giderken, hele bir arkadaş grubunun sorumluluğunu alarak giderken, en zor gün ilk gündür. Birincisi hava alanından merkeze ulaşım nasıl olacak, ikincisi ve daha zor olanı herkesin hoşuna gidecek bir yemek nerede bulunacak.

Mayıs ayı gezimizde hava alanı-otel transferimiz olduğu için bir zorlukla karşılaşmadık. Bu gezide transfer zorunluydu, çünkü 16 arkadaştık. Otele yerleştikten sonra, otelimiz Şevşenko caddesindeki Modern Art Oteldi, otele yakın bir Ukrayna mutfağı keşfettik ve orada karnımızı doyurduk. Yemekleri görerek kendiniz seçiyor ve ödemeyi yapıyorsunuz. Yemekler fena değildi. Ağız tadımıza uygun bir şeyler bulduk. Restoranın adı Puzata Hata:  Shevchenko 10

Kasım ayı gezimize iki grup olarak geldik, birinci grup üç kişi geldik ve bir taksi ile 300 grivnaya anlaşarak otele ulaştık, ikinci grup arkadaşla altı kişi 500 grivnaya anlaşarak bir minivanla otele geldik. Dönüş içinde aynı sürücü ile anlaştık, sekiz kişi biraz sıkışarak, Özgül hanımdan tekrar özür diliyorum, yine 500 grivnaya havaalanına geldik. Şoförün adı Andrey Tel: +380 97 041 6309
İlk gün Hayriye Hanım ve Necati beyle Rinok meydanında SİDLO restorana gittik. Mahzende hoş bir havası olan bir yerdi. Ancak garsonla ne Rusça ne İngilizce anlaşmak mümkün olmadı ve yarı fiyatını düşündüğümüz et yemeğine kişi başı 80 lira ödeyerek çıktık. Ortaya koyduğu et tabağına koyduğu her yeşilliği faturaya ayrıca yazmışlar. Faturayı kaybetmeseydik gösterirdim.












İkinci grup arkadaşlarımız gelene kadar zamanımızı değerlendirdik.
Otelden sabah çıktık. Yol üzerinde Aziz George heykelini gördük, aslında Kapadokyalı bir asker olan, öldürüldükten sonra aziz ilan edilen George Hristiyan mitolojisinde ejderhayı öldüren kahraman olarak geçiyor. Meraklıları araştırıp detay öğrenebilirler.


Âlimler müzesine gittik, dışarıdan çok güzel bir bina, içeri girerken inşaat işçisi gibi bir adama 30 grivna verdik. İçerde hiçbir şey yok, bakımsız, karanlık bir yer. Olur, da karşınıza çıkarsa dışından bakın, yok ben bir merdivende resim çektireyim diyorsanız girin.

Sonra Aziz George adına yapılan Yura katedralini gezdik. Mayıs ayı gezimizde buraya araçla gelmiş, dönüşü İvan Franco Parkının içinden yürüyerek yapmıştık. Bu sefer gidişi Parkın içinden, dönüşü ise Kopernik caddesinden yaptık.



Lviv’in sokaklarında kaybolarak Kopernik caddesine çıktık. Caddenin sonunda Potochki sarayına girdik. Bu saraya sonra Leyla Hanımla da geldik. Ancak ikinci gelişimizde Âlimler müzesi gibi burada da odalar karanlıktı. Ancak gitmek isterseniz güzel tablolar var, çünkü burası aynı zamanda milli sanat galerisi.



 

Lviv’de adres sorma konusundan bahsetmek istiyorum. Kime adres sorduysam, herkes aşırı derecede ilgilendi. İki, üç sefer, özellikle gençler telefonlarından harita açarak yolları tarif ettiler.

Şevşenko Hai’ya giderken, tramvayda yaşlı bir beyefendiye hangi durakta inmemiz gerekir dedim, düşündü, taşındı, bir durak sonra dedi. Hiç aklıma yatmadı. Arka tarafta bir grup orta yaşlılar ve gençler vardı, onlara sordum, hep beraber anlattılar. Tramvay haritası üzerinden açıkladılar. Bu sırada benden on yaş kadar genç bir beyefendi geldi, ben sizi götürebilirim dedi. Tanıştık, ismi Dimitri’ydi. Bizimle indi, yaklaşık yarım saat yürüdü, tepe tırmandı.

Yolda evlerde asılı olan bayrakların nedenini bir arkadaşımız sordu. Detaylı olarak 1932-1933 yıllarında Stalin’in zalim tarım politikası neticesinde yaşanan açlığı ve 10 milyona yakın insanın ölümünü anlattı. Ben ailelerin ölen çocuklarını bile yediğini söylüyorlar dediğimde bunun doğru olmadığını söyledi. Sonra Leyla Hanımla konuşurken o da bunun Amerikalı bir gazetecinin uydurması olduğunu okuduğunu söyledi. Bu gezilerin en güzel tarafı yeni bilgilere ulaşmak.  Parkın kapısında birbirimize telefonlarımızı verdik. Teşekkür ettim ve ayrıldık.


Her iki gezide de yarım günlük şehir merkezi turumuzu yerli rehber Zoryana Sheremeta ile gerçekleştirdik. Sizin de bu şehre yolunuz düşerse Zoryana ile facebook Messenger’dan irtibata geçebilirsiniz. Kendisini tanıyınca iyi ki bu bloğu okumuşum diye bana dua edeceksiniz.

Öncelikle her iki gezinin ortak noktası olan şehir merkezi kültür turumuzda gezdiğimiz yerler hakkında bilgi vermek istiyorum.

Kültür Turu:
Zoryana ile birinci gezide her Türkün Lviv’de mutlaka uğradığı Glory Cafe’de, ikincisinde ise RİUS Otelin önünde buluştuk.

Tarihi Lviv yaklaşık 600 metre X 600 metre boyutlarında 36 hektarlık yüzölçümüne sahip, bir kale şehirken yıllar içerisinde büyümüş ve şehir bugünkü sınırlarına ulaşmıştır. Şehrin bir dönem nüfusu 300.000’lere kadar çıkmış, ancak farklı dönemlerde uygulanan Yahudi soykırımları ile nüfusu neredeyse yarı yarıya azalmıştır.

 Eski şehir, dört ayrı getto şeklinde oluşmuştur, asıl unsur o zamanlar Rus kabul edilen Ukrayna bölgesidir. Uzun zaman süresince Ruslar Ukraynalıları ve Ukrayna dilini ayrı bir millet ve dili olarak kabul etmemiş, Ukraynalıları küçük Rus kardeş, Ukrayna dilini ise Rusçanın köylüler tarafından konuşulan bir diyalekti (lehçesi) olarak kabul etmişlerdir.

Diğer gettolar ise Ermeni Mahallesi, Polonya mahallesi ve Yahudi Mahallesidir. Her mahallede o millete ve o milletin inandığı tarikatlara ait onlarca kilise ve tapınak mevcuttu. Bugün kiliselerden büyük olanlar hala ayakta durmakta ve ibadet yapılmaktadır. Ancak Yahudi mahallesindeki sinagoglar ikinci dünya savaşında Almanlar tarafından dinamitlerle havaya uçurulmuştur.

İlgimizi çekecek ve şehirle bizim konuşmamızı sağlayacak ufak tefek bilgiler:

Şehir beşinci yüzyılda kurulmuştur.

Uzun yıllar Avusturyalıların, Rusların ve Polonyalıların egemenliğinde kalmıştır.

İkinci Dünya savaşına kadar bir Polonya şehri iken, savaş sonrası Ukrayna
topraklarına katılmıştır. Bugün toplam nüfus içinde Polonyalı nüfusu ancak %1
kadardır.

Bir zamanlar şehir surlarının dışında kalan Poltva nehri, zamanla şehrin
ortasında kalmıştır. Şehir nüfusunun artması ile kanalizasyona dönüşmüş,
bundan kurtulmanın çaresi olarak nehir bir kanal içine alınmış ve
kanalizasyondan ayrılmıştır. Bugün Özgürlük Meydanının altında akmakta ve biz
üzerinde yürümekteyiz. Aynı şey Moskova’da Kremlin duvarlarının hemen
önünde akan Neglinnaya nehri için de geçerlidir.























Şehri 1265 yılında Galiçya kralı Danilo Haltski ve oğlu Lev kuruyor. Aynı
zamanda aslan demek olan bu isim şehre veriliyor. Şehri gezerken her yerde
aslan heykel, kabartma ve sembolleri görebilirsiniz, hatta bankların kollarında.


















Rinok meydanının dört tarafındaki mitolojik heykeller var. Neden bu heykellerin
seçildikleri konusunda bir fikrim yok. Şehirle bir ilişki kurmaya çalıştım ancak
kuramadım. Bir başka yazımda bu heykellerin kim olduklarını ve hikâyelerini
anlatırım, belki siz bulursunuz. Gezide bunları anlatabildim mi, birinci grupta
birazcık, ikinci grupta hemen hemen hiç. Çünkü her grubun genel beklentisi
farklı oluyor. Gruptan ayrı düşünen arkadaşlar oluyor, ona da zaman
yetmiyor(Leyla Hanım gibi).




Lviv’e katedraller, kiliseler ve heykeller şehri de diyebiliriz. Katedral gezmeyi
seviyorsanız Lviv bulunmaz cennet. Hemen hemen her mezhebe ve tarikata ait
bir katedral ve ya kilise bulmak mümkün. Zoryana’nın anlatımlarından küçük
bilgiler aktarmak istiyorum.

Ermeni Kilisesi 10. Yüzyıldan kalan Türkiye’deki Ani Kilisesi örnek alınarak, 13.
Yüzyılda inşa edilmiştir. Bahçesinde bir sütunun üzerinde omuzunda çocuk
taşıyan bir adam heykeli var. Hikâyesi: Adam her gün nehirde insanları omzuna
alarak karşıya geçiriyor. Güçlü kuvvetli bir adam. Bir gün bir çocuğu karşıya
geçirmek için omzuna alıyor. Çocuk gittikçe ağırlaşıyor. Adam, ben her gün
birçok insan taşıyorum, ancak hiç birisi bu kadar ağır değildi dediğinde, Çocuk
“Ben İsa’yım diyor; Düşün bakalım sen beni taşırken yoruldun, ben bütün
dünyanın dertlerini, günahlarını taşıyorum, çekiyorum” diyor.























Boim Şapeli Lviv’de şarap ticareti yaparak zengin olan Macar asıllı
George Boim tarafından aile şapeli olarak yapılmıştır. Kubbesinin
üzerindeki düşünceli İsa heykelinin altında, zorlukla okunan yazıda şu
ifade vardır, “GELİP GEÇEN YAYA DUR VE DÜŞÜN; SENİN DERDİN
BENİMKİNDEN DAHA MI BÜYÜK.”






















Bernardin Katedralinin tarihi 15. Yüzyıla kadar gider, ancak katedral
binası 17. Yüzyılda inşa edilmiştir. Bahçesindeki kuyu ayazma, yani
kutsal su kaynağı olarak kullanılmaktadır, hala canlıdır ve kutsal günlerde
kutsamalar için faydalanılmaktadır. Arka tarafında Et ve Adalet lokantası
vardır. Biraz pahalı olmasına rağmen, kesenize uygun bir şeyler yiyip
şovların tadını çıkarabilirsiniz. Elbette hesabı öderken Murat ve Gülselin
Hanım gibi birer parmağınızı feda ederek. Katedralin ana duvarı üzerinde
Tanrı heykelini, altında Hazreti Meryem ile çocuk İsa’yı ve onun yanında
havariler Peter ve Paul’u görebilirsiniz.






















Dominik Katedrali Kral Lev tarafından, mezhebini değiştirmek
istemeyen Katolik eşi Konstansiya için inşa ettirilmiş görkemli bir
katedral.
Üzerinde büyük harflerle “SOLİ DEO HONOR ET GLORİA” yazıyor; yani
“Şan ve şeref sadece Allah'a aittir” yazıyor.






Cizvit Kilisesi, her seferinde Zoryana’nın, Ruslarla aralarındaki savaşı
anlatırken duygulandığı ve bizleri de duygulandırdığı bir kilise. Halen
süren savaşta kendi ifadesi ile şehit olan Ukrayna askerlerinin son
istirahatgahlarına uğurlandıkları yer. Kilise içinde askerlere ve ailelerine
ait resimler ve Rus bombalamasında ayakta kalan bir haç var. Şehirdeki
en esrarlı kilisedir. Yeraltı labirentlerinde hala bir keşişin dolaştığına
inanılmaktadır. 1946-2011 yılları arasında kitap deposu olarak
kullanılmıştır. Yeraltı tünellerine girmek nasip olmadı, inşallah bir başka
sefere.


























Tecelli kilisesine iki seferde girmek nasip olmadı, Necati bey ve Hayriye
Hanım girmişler, helal olsun dedim. Ayrıca benim iki grup arasındaki
koştururken kaçırdığım ve bazı arkadaşların da göremediği Efsaneler
evindeki ejderhanın ateşini de kaçırmamışlar. Bir kez daha tebrikler.


Yura katedrali’ni bu sefer iki kere ziyaret ettim; ilk gün Hayriye Hanım ve
Necati beyle, ikinci sefer Leyla Hanımla, diğer arkadaşlar istemediler.
1744-1764 yılları arasında inşa edilmiştir. Lviv şehrine yukarıdan bakan
görkemli bir yapısı vardır. Leyla hanımla birlikte kısa bir sürede olsa
Pazar ayinini izlemek ve ruhani havayı solumak nasip oldu.








Elbette sadece, katedral ve kiliseleri görmedik. Herkesin gittiği Lviv çikolata fabrikasını, kurabiye fabrikasını gezdik.

Mazoş Kafe’ye uğradık. Mayıs ayında arkadaşlar kırbaçlarla kovalanıp, bu adamın cebinde ne var diye merak etmişlerdi. Bu sefer arkadaşlar pek istekli değillerdi. Cebine de uzaktan bakıp, başlarına geleceği anlayınca es geçtiler.


Mayıs ayı gezimizde ikinci gün akşam yemeğinde hep beraber Bernardin kilisesinin arkasındaki Et ve Adalet lokantasını tercih etmiş ve doya doya T-bone yemiştik. Bu sefer üç arkadaş aynı lokantaya gittik, bu sefer aşırıya kaçmadan ben şaşlık yedim, arkadaşlar güzel bir üzeri peynirli et söylediler. Bu lokantayı tavsiye ederim. Buraya gelmeyen arkadaşlar Türk lokantası Good&Food’u tercih ettiler. Güzel ve samimi bir yer. Başınız sıkışınca uğrayabileceğiniz ve uçakta gördüğünüz herkesle karşılaşabileceğiniz bir mekân.



Gezilerde kahvaltı konusu da önemli. Otelinizde kahvaltı dâhilse pek sorun olmuyor. Ancak Lviv’de kahvaltı dâhil fiyatlardaki kahvaltı parası ile siz üç kahvaltı yapabilirsiniz.


Bir Türk olarak birkaç seçeneğiniz var. Bunlardan birincisi Türk lokantaları olan Good&Food veya Antalya Restoran.  İkisinde de kahvaltı yapılabilir. Arkadaşlar Türk kahvaltısı ve Antalya’yı tercih ettikleri için iki gün orada kahvaltı yaptık. Siz de Antalya’yı tercih ederseniz bizim yaptığımız hatayı yapmayın; tam kahvaltı dedikleri kahvaltıyı iki hatta üç kişi söyleyin. Yeterince doyurucu olacaktır. Türk lirası olarak yaklaşık 40 lira.

Kahvaltıda ikinci seçenek; her tarafta bolca buluna Lviv Kruvasan’lara giderek yaklaşık on, on beş liraya karnınızı doyurmak.
Biz birinci gün otelin(RİUS) içinden geçilerek girilen Vapiano’da omlet yedik, fena değildi. İkinci gün Lviv Kruvasan’a gittik, son iki gün ise Antalya restorandaydık. Hepsi de güzel deneyimlerdi.

Lviv’in olmazsa olmazı Kahve mahzenine gittik. Lviv’de her mekânın bir konsepti var. İki masa koydum satışımı yaparım yok. Lviv’e ilk kahveyi getiren kişi Viyana’da Türk kahvesini görerek burada tanıtan birisi ve ilk zamanlar kahvenin yeraltından bir maden gibi çıkartıldığını sanıyorlar. Bu anıyı yaşatmak için bu konseptle bu cafe hizmet veriyor. İçeri girerken başınıza madenci kaskı takıp öyle giriyorsunuz. Kahvenizi bir ateş şovu ile size sunuyorlar.




Geçen sefer çıkamadığımız efsaneler evine bu sefer çıktık ve epeyce eğlendik. Harry Potter’ın arabasıyla resimler çektirdik. Hatta Hayriye hanımı bunlar da kesmedi bacanın içinden üstüne çıktı. Baca temizleyicisinin şapkasına para atan oldu mu, bilmiyorum; Ama şapkaya para kondurmak biraz zor görünüyordu.




Şehirde biraz dolaştıktan sonra; Mayıs ayında gezerken bulamadığım Libraria caz barın yerini Zoryana göstermişti, ama yine de akşam birkaç uzun tur attıktan sonra yerini bulabildik. Kapısını görünce burasının bir bar olduğunu anlamak geniş bir hayal gücü gerektiriyor. Yolunuz Lviv’e düşerse bir akşam uğrayın derim. Bizim gibi paldır küldür gitmeyin, gündüzden, hatta bir gün önceden rezervasyonunuzu yaptırın. Hem akşam yemeğinizi yersiniz, hem de şansınıza hangi canlı müzik varsa onu dinlersiniz, 10 lira gibi bir ilave müzik parası alıyorlar. Yemekler hemen yan taraftaki ünlü et lokantası Mons Piu’dan geliyor sanırım.




Üçüncü gün her zaman olduğu gibi şehir çevresine çıkmak istedim. Geçen sefer ortak para toplayarak, 80 dolara şoförüyle birlikte dört saatliğine bir araç kiralamış ve sırasıyla Liçakivski Mezarlık, Şevşenko Hai, Yüksek kale ve Aziz Yura Kilisesini dolaşmıştık.

Bu sefer araç kiralamadık; Rinok meydanından 2 numaralı tramvaya bindik ve Şevçenkiskiy Hai durağında indik. Tramvayın içinde sesli sistem var, görsel olarak geldiğiniz durağı anlamıyorsunuz, en iyisi geçilen durakları saymak ya da dil biliyorsanız birisine sormak. Biz birisine sorduk, daha önce anlatmıştım. Duraktan sonra gidilen yöne doğru sağ tarafınızdaki tepeye mahalle içinden tırmanıyorsunuz. On beş dakika ile otuz dakikalık bir yürüyüş sonunda parkın kapısına ulaştık. Araçla gelseydik, bilet gişesi olan kapıya kadar gidecektik, mayıs ayında öyle yapmıştık. Bu sefer tabana kuvvet, bu arada, bir de teyzemiz var, 1955 doğumlu; maşallahı var; gençlerle birlikte tırmandı.










Yazın mı güzel, kışın mı derseniz ikisinde de güzel. Ama bir sefer gelecekseniz ve yürüyüşün donmadan tadını çıkarmak istiyorsanız yazın gelin derim.
Burası aynı zamanda Halk yaşam şekli ve mimarisi müzesi; yani Köy ortamında insanlar nasıl evlerde yaşıyorlar bunu görüyorsunuz, yazın folklor etkinlikleri oluyor muş biz göremedik onları seyrediyorsunuz. Programında görünüyor, takip edilirse seyredilebilir. Mayıs ayında geldiğimizde bir köy dizisi çekiliyordu; askere giden gençler ellerinde tahta bavullar, dönem kıyafetleri içindeydiler.
Burada Ludmila ve Yevgeniya hanımlarla tanıştık, onlardan hediyelik bir şeyler aldık, resim çekilmesini istemediklerini söylediler. Ama ben çektikten sonraJ)


Aşağıya doğru biraz yürüdük. Kış manzarası çok güzeldi, sabah güneşi yatay bir şekilde akağaçların sararmış yapraklarına vuruyordu. Birkaç ahşap eve ve ahşap kiliseye baktıktan sonra geri döndük, mevsim yaz olsaydı aşağıya kadar iner tam bir daire çizerek yukarı çıkardık. Yine de güzeldi.

Parktan çıktıktan sonra Sadet Teyzenin, neden tramvaya binmiyoruz, söylenmelerine takılmadan, çünkü bir durak sonraydı, Liçakivski müze mezarlığına yola koyulduk. Ana yola çıktıktan yaklaşık 10 dakika sonra mezarlığın kapısındaydık. Geçerken, geçen sefer göremediğim Peter ve Paul Kilisesini de dışarıdan görmüş olduk.

Liçakivski mezarlığında yaklaşık 400.000 kabir bulunmakta ve bunlardan 3000’inde mezar taşları heykeller şeklinde. Yatan kişinin mesleğine ve karakterine uygun heykeller yapılmış. Bu mezarlık bizim için ayrı bir önem taşıyor. Türkiye’den sonra en çok Türk şehitliğinin olduğu ülke Ukrayna, ülkede yedi ayrı şehirde Türk şehitliği bulunmakta, bunlardan birisi de Hürrem Sultanın da doğduğu köy olan Rohatın Türk Şehitliği; İnşallah orayı da ziyaret etmek nasip olur.


Birinci Dünya savaşında Enver Paşa Tarafından Almanlara yardım etmek maksadıyla açılan Galiçya cephesine 23 Temmuz 1916 ile Eylül 1917 tarihleri arasında 15. Kolordunun iki tümeni gönderilir. Bu iki tümende bulunan 595 subay ve 32.017 er Osmanlının en iyi teçhizata ve kıyafete sahip Çanakkale’de de savaşmış askerler bulunmaktaydı. Bu askerlerden yaklaşık 12.000 asker şehit olmuştur. Daha savaşın ilk günlerinde yaklaşık 100 subay ve 7000 er şehit olmuştur. Bunların 200’ünün Liçakivski mezarlığında olduğunu Ukraynalı tarihçiler söylemektedir. Ancak bugüne ne isimler ne mezarlarının yerini bilen kalmıştır. Galiçya cephesini ve buraya gönderilen askerlerin hazin hikâyelerini merak edenler araştırıp okuyabilirler. Biz de Galiçya anıt-sütununu ziyaret ettik, ruhlarına bir dua okuyup mezarlıktan ayrıldık.







Tramvayla Rinok Meydanı yakınındaki Pidvalna durağında indik. Bu arada kısa bilgi tramvay biletlerini vatmandan alabiliyorsunuz ve aldığınız bileti tramvayın içindeki basit bir aletteki yarığa sokarak delmeniz, yani iptal etmeniz gerekiyor. Bu bileti yolculuğun sonuna kadar atmayın.



Akşam yemeklerini yedikten sonra, sokaklarda dolaştık. İsteyenler P’yana Vişnya’da (Rusçaya benzerliğinden dolayı diyorum; Türkçesi “sarhoş vişne” olabilir) sıcak vişne likörlerini içtiler. Giderseniz zaten önündeki kuyruktan tanıyacaksınız, bir de göğsünde iki vişne resmi olan kadın resmini görünce, tamam burasıymış diyeceksiniz.




Son gün her zaman olduğu gibi alışverişe ayrıldı. Arkadaşların çoğu önceden alkollü içeceklerini ve çikolatalarını almıştı. İçecekleri Roksalan’ın alt katındaki marketten aldılar. Roksalan da bildiğiniz üzere Hürrem Sultan’ın gerçek adı. Çikolataları yemek için çikolata fabrikasından aldık; hediye için Roshen’den. Roshen çikolataları da şu anda başkan Poroshenko’nunmuş. Seçilirse satacağını söylemişi ama seçilince satmamış. Dünyanın her yerinde bilindik hikâyeler.

Leyla Hanım’a ceviz satın almak için de yine Roksalan’ın yanında kurulan halk pazarına gittik, bu fırsatla orayı da bir kez görmüş oldum. Mayıs ayı gezimizde dışarıda da sebze, meyve satanlar vardı ve dolayısı ile daha ilginçti.


Mayıs ayında bir de şehir içi tur trenine(araç) binmiştik, bu sefer soğuk ve zaman darlığından yapamadık, eğlence olsun diye binilebilir. Zaten gezdirdiği yerlerin %80’ini siz önceden görmüş ya da sonra görecek oluyorsunuz.



Belediye kulesine yine çıktık, 408 basamağın tamamını kimimiz tırmandı, kimimiz yarısına kadar asansörle çıktı. Lviv’in yaz görüntüsü de, kış görüntüsü de güzeldi.

Kasım ayı gezimizde yapamadığımız bir diğer şey de Yüksek kale tırmanışı oldu. Hava soğuk ve sisli olunca değmeyeceğine karar verdik.

İki turdan aklımızda kalanlar elbette bu kadar değil, ancak o kadar çok şey var ki anlatılacak, hepsini anlatmak mümkün değil.

Gelecek Lviv yazımda sadece heykeller, anlamları ve hikâyeleri olmalı diyorum ve haydi hayırlısı diyerek konuyu kapatıyorum.

Her iki geziye katılan ve gezimizi anlamlı kılan bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, yazılarına ve katılmıyor olsam da fikirlerine değer verdiğim Leyla YILDIZ Hanımın tarih ve detay açısından yoğun, daha akademik olan facebook yazısını da okumanızı tavsiye ederim. Diğer arkadaşların da yazılarını okumaktan zevk duyarız, yazdıkları takdirde.

Aşağıda Lviv'e gidecekler için gerekli bazı şeyler paylaşmak istiyorum. Bir başka blogda buluşmak üzere, hoşça kalın.







 

Rinok meydanında ellerinde bir kaç saatten bir güne varan tur satan kişiler var. Normalde Ukrayna vatandaşı olmayana anlatım Ukraynaca olduğu için satmıyorlar ama, ben turla gider, gezilen yerleri görürüm diyorsanız, oldukça ucuz. 




Lviv Şehir Haritası


İşinize yarayabilecek kartvizit ve adresler












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Malzeme Kontrol Çizelgesi

Medea Heykeli