Bu Sefer Lviv Dedik
Lviv’in
hem yazını, hem de kışını gördükten sonra artık bir yazı yazma zamanı geldi.
Lviv’le ilgili bloglarda ve internette birçok yazı bulabilirsiniz. Nasıl
gidilecek, nereleri görülecek, nerelerde ne yenilecek, gece hayatı nasıldır, gündüz hayatı nasıldır?
Ben
bir şehre gitmeden yaklaşık iki ay önce okumalara, şehri Google earth ve Google maps’de gezmeye
başlıyorum. O kadar çok blog okuduktan sonra, insanın aynı konuları tekrar,
tekrar yazası kalmıyor.
Yine
de bir şeyler yazmak lazım.
Benim
gibi aynı şehre farklı zamanlarda gidebilmek gibi bir şansınız yoksa şehrin hem
yazını, hem kışını görmüş ve yerli halkın önerilerini dinlemiş birisi olarak
Mayıs, Haziran aylarını tercih edin derim. İlle de sıcak diyenler elbette
Temmuz, Ağustos tercihi de yapabilirler.
İlk
Lviv gezimiz 07-10 Mayıs, ikincisi ise 21-25 Kasım tarihlerinde gerçekleşti.
Benim
için bir şehre giderken, hele bir arkadaş grubunun sorumluluğunu alarak giderken,
en zor gün ilk gündür. Birincisi hava alanından merkeze ulaşım nasıl olacak,
ikincisi ve daha zor olanı herkesin hoşuna gidecek bir yemek nerede bulunacak.
Mayıs
ayı gezimizde hava alanı-otel transferimiz olduğu için bir zorlukla
karşılaşmadık. Bu gezide transfer zorunluydu, çünkü 16 arkadaştık. Otele
yerleştikten sonra, otelimiz Şevşenko caddesindeki Modern Art Oteldi, otele
yakın bir Ukrayna mutfağı keşfettik ve orada karnımızı doyurduk. Yemekleri
görerek kendiniz seçiyor ve ödemeyi yapıyorsunuz. Yemekler fena değildi. Ağız
tadımıza uygun bir şeyler bulduk. Restoranın adı Puzata Hata: Shevchenko 10
Kasım
ayı gezimize iki grup olarak geldik, birinci grup üç kişi geldik ve bir taksi
ile 300 grivnaya anlaşarak otele ulaştık, ikinci grup arkadaşla altı kişi 500
grivnaya anlaşarak bir minivanla otele geldik. Dönüş içinde aynı sürücü ile
anlaştık, sekiz kişi biraz sıkışarak, Özgül hanımdan tekrar özür diliyorum,
yine 500 grivnaya havaalanına geldik. Şoförün adı Andrey Tel: +380 97 041 6309
İlk
gün Hayriye Hanım ve Necati beyle Rinok meydanında SİDLO restorana gittik. Mahzende
hoş bir havası olan bir yerdi. Ancak garsonla ne Rusça ne İngilizce anlaşmak
mümkün olmadı ve yarı fiyatını düşündüğümüz et yemeğine kişi başı 80 lira
ödeyerek çıktık. Ortaya koyduğu et tabağına koyduğu her yeşilliği faturaya
ayrıca yazmışlar. Faturayı kaybetmeseydik gösterirdim.
İkinci
grup arkadaşlarımız gelene kadar zamanımızı değerlendirdik.
Otelden
sabah çıktık. Yol üzerinde Aziz George heykelini gördük, aslında Kapadokyalı bir
asker olan, öldürüldükten sonra aziz ilan edilen George Hristiyan mitolojisinde
ejderhayı öldüren kahraman olarak geçiyor. Meraklıları araştırıp detay
öğrenebilirler.
Âlimler
müzesine gittik, dışarıdan çok güzel bir bina, içeri girerken inşaat işçisi
gibi bir adama 30 grivna verdik. İçerde hiçbir şey yok, bakımsız, karanlık bir
yer. Olur, da karşınıza çıkarsa dışından bakın, yok ben bir merdivende resim
çektireyim diyorsanız girin.
Sonra
Aziz George adına yapılan Yura katedralini gezdik. Mayıs ayı gezimizde buraya araçla gelmiş, dönüşü İvan Franco Parkının içinden yürüyerek yapmıştık. Bu sefer gidişi Parkın içinden, dönüşü ise Kopernik caddesinden yaptık.
Lviv’in
sokaklarında kaybolarak Kopernik caddesine çıktık. Caddenin sonunda Potochki
sarayına girdik. Bu saraya sonra Leyla Hanımla da geldik. Ancak ikinci
gelişimizde Âlimler müzesi gibi burada da odalar karanlıktı. Ancak gitmek
isterseniz güzel tablolar var, çünkü burası aynı zamanda milli sanat galerisi.
Lviv’de
adres sorma konusundan bahsetmek istiyorum. Kime adres sorduysam, herkes aşırı
derecede ilgilendi. İki, üç sefer, özellikle gençler telefonlarından harita
açarak yolları tarif ettiler.
Şevşenko
Hai’ya giderken, tramvayda yaşlı bir beyefendiye hangi durakta inmemiz gerekir
dedim, düşündü, taşındı, bir durak sonra dedi. Hiç aklıma yatmadı. Arka tarafta
bir grup orta yaşlılar ve gençler vardı, onlara sordum, hep beraber anlattılar.
Tramvay haritası üzerinden açıkladılar. Bu sırada benden on yaş kadar genç bir beyefendi
geldi, ben sizi götürebilirim dedi. Tanıştık, ismi Dimitri’ydi. Bizimle indi,
yaklaşık yarım saat yürüdü, tepe tırmandı.
Yolda
evlerde asılı olan bayrakların nedenini bir arkadaşımız sordu. Detaylı olarak 1932-1933
yıllarında Stalin’in zalim tarım politikası neticesinde yaşanan açlığı ve 10
milyona yakın insanın ölümünü anlattı. Ben ailelerin ölen çocuklarını bile
yediğini söylüyorlar dediğimde bunun doğru olmadığını söyledi. Sonra Leyla
Hanımla konuşurken o da bunun Amerikalı bir gazetecinin uydurması olduğunu
okuduğunu söyledi. Bu gezilerin en güzel tarafı yeni bilgilere ulaşmak. Parkın kapısında birbirimize telefonlarımızı
verdik. Teşekkür ettim ve ayrıldık.
Her
iki gezide de yarım günlük şehir merkezi turumuzu yerli rehber Zoryana Sheremeta
ile gerçekleştirdik. Sizin de bu şehre yolunuz düşerse Zoryana ile facebook Messenger’dan
irtibata geçebilirsiniz. Kendisini tanıyınca iyi ki bu bloğu okumuşum diye bana
dua edeceksiniz.
Öncelikle
her iki gezinin ortak noktası olan şehir merkezi kültür turumuzda gezdiğimiz
yerler hakkında bilgi vermek istiyorum.
Kültür Turu:
Zoryana
ile birinci gezide her Türkün Lviv’de mutlaka uğradığı Glory Cafe’de,
ikincisinde ise RİUS Otelin önünde buluştuk.
Tarihi
Lviv yaklaşık 600 metre X 600 metre boyutlarında 36 hektarlık yüzölçümüne
sahip, bir kale şehirken yıllar içerisinde büyümüş ve şehir bugünkü sınırlarına
ulaşmıştır. Şehrin bir dönem nüfusu 300.000’lere kadar çıkmış, ancak farklı
dönemlerde uygulanan Yahudi soykırımları ile nüfusu neredeyse yarı yarıya
azalmıştır.
Eski şehir, dört ayrı getto şeklinde
oluşmuştur, asıl unsur o zamanlar Rus kabul edilen Ukrayna bölgesidir. Uzun
zaman süresince Ruslar Ukraynalıları ve Ukrayna dilini ayrı bir millet ve dili
olarak kabul etmemiş, Ukraynalıları küçük Rus kardeş, Ukrayna dilini ise Rusçanın
köylüler tarafından konuşulan bir diyalekti (lehçesi) olarak kabul etmişlerdir.
Diğer
gettolar ise Ermeni Mahallesi, Polonya mahallesi ve Yahudi Mahallesidir. Her mahallede
o millete ve o milletin inandığı tarikatlara ait onlarca kilise ve tapınak
mevcuttu. Bugün kiliselerden büyük olanlar hala ayakta durmakta ve ibadet
yapılmaktadır. Ancak Yahudi mahallesindeki sinagoglar ikinci dünya savaşında
Almanlar tarafından dinamitlerle havaya uçurulmuştur.
İlgimizi çekecek ve şehirle bizim konuşmamızı sağlayacak ufak tefek bilgiler:
Şehir beşinci yüzyılda kurulmuştur.
Uzun
yıllar Avusturyalıların, Rusların ve Polonyalıların egemenliğinde kalmıştır.
İkinci
Dünya savaşına kadar bir Polonya şehri iken, savaş sonrası Ukrayna
topraklarına katılmıştır. Bugün toplam nüfus içinde Polonyalı nüfusu ancak %1
kadardır.
topraklarına katılmıştır. Bugün toplam nüfus içinde Polonyalı nüfusu ancak %1
kadardır.
Bir
zamanlar şehir surlarının dışında kalan Poltva nehri, zamanla şehrin
ortasında kalmıştır. Şehir nüfusunun artması ile kanalizasyona dönüşmüş,
bundan kurtulmanın çaresi olarak nehir bir kanal içine alınmış ve
kanalizasyondan ayrılmıştır. Bugün Özgürlük Meydanının altında akmakta ve biz
üzerinde yürümekteyiz. Aynı şey Moskova’da Kremlin duvarlarının hemen
önünde akan Neglinnaya nehri için de geçerlidir.
ortasında kalmıştır. Şehir nüfusunun artması ile kanalizasyona dönüşmüş,
bundan kurtulmanın çaresi olarak nehir bir kanal içine alınmış ve
kanalizasyondan ayrılmıştır. Bugün Özgürlük Meydanının altında akmakta ve biz
üzerinde yürümekteyiz. Aynı şey Moskova’da Kremlin duvarlarının hemen
önünde akan Neglinnaya nehri için de geçerlidir.
Şehri 1265 yılında Galiçya kralı Danilo Haltski ve oğlu Lev kuruyor. Aynı
zamanda aslan demek olan bu isim şehre veriliyor. Şehri gezerken her yerde
aslan heykel, kabartma ve sembolleri görebilirsiniz, hatta bankların kollarında.
Rinok meydanının dört tarafındaki mitolojik heykeller var. Neden bu heykellerin
seçildikleri konusunda bir fikrim yok. Şehirle bir ilişki kurmaya çalıştım ancak
kuramadım. Bir başka yazımda bu heykellerin kim olduklarını ve hikâyelerini
anlatırım, belki siz bulursunuz. Gezide bunları anlatabildim mi, birinci grupta
birazcık, ikinci grupta hemen hemen hiç. Çünkü her grubun genel beklentisi
farklı oluyor. Gruptan ayrı düşünen arkadaşlar oluyor, ona da zaman
yetmiyor(Leyla Hanım gibi).
Lviv’e
katedraller, kiliseler ve heykeller şehri de diyebiliriz. Katedral gezmeyi
seviyorsanız Lviv bulunmaz cennet. Hemen hemen her mezhebe ve tarikata ait
bir katedral ve ya kilise bulmak mümkün. Zoryana’nın anlatımlarından küçük
bilgiler aktarmak istiyorum.
Ermeni Kilisesi 10. Yüzyıldan kalan Türkiye’deki Ani Kilisesi örnek alınarak, 13.
Yüzyılda inşa edilmiştir. Bahçesinde bir sütunun üzerinde omuzunda çocuk
taşıyan bir adam heykeli var. Hikâyesi: Adam her gün nehirde insanları omzuna
alarak karşıya geçiriyor. Güçlü kuvvetli bir adam. Bir gün bir çocuğu karşıya
geçirmek için omzuna alıyor. Çocuk gittikçe ağırlaşıyor. Adam, ben her gün
birçok insan taşıyorum, ancak hiç birisi bu kadar ağır değildi dediğinde, Çocuk
“Ben İsa’yım diyor; Düşün bakalım sen beni taşırken yoruldun, ben bütün
dünyanın dertlerini, günahlarını taşıyorum, çekiyorum” diyor.
seviyorsanız Lviv bulunmaz cennet. Hemen hemen her mezhebe ve tarikata ait
bir katedral ve ya kilise bulmak mümkün. Zoryana’nın anlatımlarından küçük
bilgiler aktarmak istiyorum.
Ermeni Kilisesi 10. Yüzyıldan kalan Türkiye’deki Ani Kilisesi örnek alınarak, 13.
Yüzyılda inşa edilmiştir. Bahçesinde bir sütunun üzerinde omuzunda çocuk
taşıyan bir adam heykeli var. Hikâyesi: Adam her gün nehirde insanları omzuna
alarak karşıya geçiriyor. Güçlü kuvvetli bir adam. Bir gün bir çocuğu karşıya
geçirmek için omzuna alıyor. Çocuk gittikçe ağırlaşıyor. Adam, ben her gün
birçok insan taşıyorum, ancak hiç birisi bu kadar ağır değildi dediğinde, Çocuk
“Ben İsa’yım diyor; Düşün bakalım sen beni taşırken yoruldun, ben bütün
dünyanın dertlerini, günahlarını taşıyorum, çekiyorum” diyor.
Boim Şapeli Lviv’de şarap ticareti yaparak zengin olan Macar asıllı
George Boim
tarafından aile şapeli olarak yapılmıştır. Kubbesinin
üzerindeki düşünceli İsa heykelinin altında, zorlukla okunan yazıda şu
ifade vardır, “GELİP GEÇEN YAYA DUR VE DÜŞÜN; SENİN DERDİN
BENİMKİNDEN DAHA MI BÜYÜK.”
üzerindeki düşünceli İsa heykelinin altında, zorlukla okunan yazıda şu
ifade vardır, “GELİP GEÇEN YAYA DUR VE DÜŞÜN; SENİN DERDİN
BENİMKİNDEN DAHA MI BÜYÜK.”
Bernardin Katedralinin tarihi 15. Yüzyıla kadar gider, ancak katedral
binası 17. Yüzyılda
inşa edilmiştir. Bahçesindeki kuyu ayazma, yani
kutsal su kaynağı olarak kullanılmaktadır, hala canlıdır ve kutsal günlerde
kutsamalar için faydalanılmaktadır. Arka tarafında Et ve Adalet lokantası
vardır. Biraz pahalı olmasına rağmen, kesenize uygun bir şeyler yiyip
şovların tadını çıkarabilirsiniz. Elbette hesabı öderken Murat ve Gülselin
Hanım gibi birer parmağınızı feda ederek. Katedralin ana duvarı üzerinde
Tanrı heykelini, altında Hazreti Meryem ile çocuk İsa’yı ve onun yanında
havariler Peter ve Paul’u görebilirsiniz.
kutsal su kaynağı olarak kullanılmaktadır, hala canlıdır ve kutsal günlerde
kutsamalar için faydalanılmaktadır. Arka tarafında Et ve Adalet lokantası
vardır. Biraz pahalı olmasına rağmen, kesenize uygun bir şeyler yiyip
şovların tadını çıkarabilirsiniz. Elbette hesabı öderken Murat ve Gülselin
Hanım gibi birer parmağınızı feda ederek. Katedralin ana duvarı üzerinde
Tanrı heykelini, altında Hazreti Meryem ile çocuk İsa’yı ve onun yanında
havariler Peter ve Paul’u görebilirsiniz.
Dominik Katedrali Kral Lev tarafından, mezhebini değiştirmek
istemeyen Katolik eşi Konstansiya için inşa ettirilmiş görkemli bir
katedral.
Üzerinde büyük harflerle “SOLİ DEO HONOR ET GLORİA” yazıyor; yani
“Şan ve şeref sadece Allah'a aittir” yazıyor.
Cizvit Kilisesi, her seferinde Zoryana’nın, Ruslarla aralarındaki savaşı
anlatırken duygulandığı ve bizleri de duygulandırdığı bir kilise. Halen
süren savaşta kendi ifadesi ile şehit olan Ukrayna askerlerinin son
istirahatgahlarına uğurlandıkları yer. Kilise içinde askerlere ve ailelerine
ait resimler ve Rus bombalamasında ayakta kalan bir haç var. Şehirdeki
en esrarlı kilisedir. Yeraltı labirentlerinde hala bir keşişin dolaştığına
inanılmaktadır. 1946-2011 yılları arasında kitap deposu olarak
kullanılmıştır. Yeraltı tünellerine girmek nasip olmadı, inşallah bir başka
sefere.
Tecelli kilisesine iki seferde girmek nasip olmadı, Necati bey ve Hayriye
Hanım girmişler, helal olsun dedim. Ayrıca benim iki grup arasındaki
koştururken kaçırdığım ve bazı arkadaşların da göremediği Efsaneler
evindeki ejderhanın ateşini de kaçırmamışlar. Bir kez daha tebrikler.
Yura katedrali’ni bu sefer iki kere ziyaret ettim; ilk gün Hayriye Hanım ve
Necati beyle, ikinci sefer Leyla Hanımla, diğer arkadaşlar istemediler.
1744-1764 yılları arasında inşa edilmiştir. Lviv şehrine yukarıdan bakan
görkemli bir yapısı vardır. Leyla hanımla birlikte kısa bir sürede olsa
Pazar ayinini izlemek ve ruhani havayı solumak nasip oldu.
Elbette sadece,
katedral ve kiliseleri görmedik. Herkesin gittiği Lviv çikolata fabrikasını,
kurabiye fabrikasını gezdik.
Mazoş Kafe’ye uğradık.
Mayıs ayında arkadaşlar kırbaçlarla kovalanıp, bu adamın cebinde ne var diye
merak etmişlerdi. Bu sefer arkadaşlar pek istekli değillerdi. Cebine de uzaktan
bakıp, başlarına geleceği anlayınca es geçtiler.
Mayıs ayı gezimizde
ikinci gün akşam yemeğinde hep beraber Bernardin kilisesinin arkasındaki Et ve
Adalet lokantasını tercih etmiş ve doya doya T-bone yemiştik. Bu sefer üç
arkadaş aynı lokantaya gittik, bu sefer aşırıya kaçmadan ben şaşlık yedim,
arkadaşlar güzel bir üzeri peynirli et söylediler. Bu lokantayı tavsiye ederim.
Buraya gelmeyen arkadaşlar Türk lokantası Good&Food’u tercih ettiler. Güzel
ve samimi bir yer. Başınız sıkışınca uğrayabileceğiniz ve uçakta gördüğünüz
herkesle karşılaşabileceğiniz bir mekân.
Gezilerde kahvaltı
konusu da önemli. Otelinizde kahvaltı dâhilse pek sorun olmuyor. Ancak Lviv’de
kahvaltı dâhil fiyatlardaki kahvaltı parası ile siz üç kahvaltı yapabilirsiniz.
Bir Türk olarak birkaç seçeneğiniz
var. Bunlardan birincisi Türk lokantaları olan Good&Food veya Antalya
Restoran. İkisinde de kahvaltı
yapılabilir. Arkadaşlar Türk kahvaltısı ve Antalya’yı tercih ettikleri için iki
gün orada kahvaltı yaptık. Siz de Antalya’yı tercih ederseniz bizim yaptığımız
hatayı yapmayın; tam kahvaltı dedikleri kahvaltıyı iki hatta üç kişi söyleyin. Yeterince
doyurucu olacaktır. Türk lirası olarak yaklaşık 40 lira.
Kahvaltıda ikinci
seçenek; her tarafta bolca buluna Lviv Kruvasan’lara giderek yaklaşık on, on beş
liraya karnınızı doyurmak.
Biz birinci gün otelin(RİUS)
içinden geçilerek girilen Vapiano’da omlet yedik, fena değildi. İkinci gün Lviv
Kruvasan’a gittik, son iki gün ise Antalya restorandaydık. Hepsi de güzel
deneyimlerdi.
Lviv’in olmazsa olmazı
Kahve mahzenine gittik. Lviv’de her mekânın bir konsepti var. İki masa koydum
satışımı yaparım yok. Lviv’e ilk kahveyi getiren kişi Viyana’da Türk kahvesini
görerek burada tanıtan birisi ve ilk zamanlar kahvenin yeraltından bir maden
gibi çıkartıldığını sanıyorlar. Bu anıyı yaşatmak için bu konseptle bu cafe
hizmet veriyor. İçeri girerken başınıza madenci kaskı takıp öyle giriyorsunuz.
Kahvenizi bir ateş şovu ile size sunuyorlar.
Geçen sefer
çıkamadığımız efsaneler evine bu sefer çıktık ve epeyce eğlendik. Harry Potter’ın
arabasıyla resimler çektirdik. Hatta Hayriye hanımı bunlar da kesmedi bacanın
içinden üstüne çıktı. Baca temizleyicisinin şapkasına para atan oldu mu,
bilmiyorum; Ama şapkaya para kondurmak biraz zor görünüyordu.
Şehirde biraz
dolaştıktan sonra; Mayıs ayında gezerken bulamadığım Libraria caz barın yerini
Zoryana göstermişti, ama yine de akşam birkaç uzun tur attıktan sonra yerini
bulabildik. Kapısını görünce burasının bir bar olduğunu anlamak geniş bir hayal
gücü gerektiriyor. Yolunuz Lviv’e düşerse bir akşam uğrayın derim. Bizim gibi
paldır küldür gitmeyin, gündüzden, hatta bir gün önceden rezervasyonunuzu
yaptırın. Hem akşam yemeğinizi yersiniz, hem de şansınıza hangi canlı müzik
varsa onu dinlersiniz, 10 lira gibi bir ilave müzik parası alıyorlar. Yemekler
hemen yan taraftaki ünlü et lokantası Mons Piu’dan geliyor sanırım.
Üçüncü gün her zaman
olduğu gibi şehir çevresine çıkmak istedim. Geçen sefer ortak para toplayarak,
80 dolara şoförüyle birlikte dört saatliğine bir araç kiralamış ve sırasıyla
Liçakivski Mezarlık, Şevşenko Hai, Yüksek kale ve Aziz Yura Kilisesini
dolaşmıştık.
Bu sefer araç
kiralamadık; Rinok meydanından 2 numaralı tramvaya bindik ve Şevçenkiskiy Hai
durağında indik. Tramvayın içinde sesli sistem var, görsel olarak geldiğiniz
durağı anlamıyorsunuz, en iyisi geçilen durakları saymak ya da dil biliyorsanız
birisine sormak. Biz birisine sorduk, daha önce anlatmıştım. Duraktan sonra
gidilen yöne doğru sağ tarafınızdaki tepeye mahalle içinden tırmanıyorsunuz. On
beş dakika ile otuz dakikalık bir yürüyüş sonunda parkın kapısına ulaştık. Araçla
gelseydik, bilet gişesi olan kapıya kadar gidecektik, mayıs ayında öyle
yapmıştık. Bu sefer tabana kuvvet, bu arada, bir de teyzemiz var, 1955 doğumlu;
maşallahı var; gençlerle birlikte tırmandı.
Yazın mı güzel, kışın
mı derseniz ikisinde de güzel. Ama bir sefer gelecekseniz ve yürüyüşün donmadan
tadını çıkarmak istiyorsanız yazın gelin derim.
Burası aynı zamanda
Halk yaşam şekli ve mimarisi müzesi; yani Köy ortamında insanlar nasıl evlerde
yaşıyorlar bunu görüyorsunuz, yazın folklor etkinlikleri oluyor muş biz
göremedik onları seyrediyorsunuz. Programında görünüyor, takip edilirse
seyredilebilir. Mayıs ayında geldiğimizde bir köy dizisi çekiliyordu; askere
giden gençler ellerinde tahta bavullar, dönem kıyafetleri içindeydiler.
Burada Ludmila ve
Yevgeniya hanımlarla tanıştık, onlardan hediyelik bir şeyler aldık, resim
çekilmesini istemediklerini söylediler. Ama ben çektikten sonraJ)
Aşağıya doğru biraz
yürüdük. Kış manzarası çok güzeldi, sabah güneşi yatay bir şekilde akağaçların
sararmış yapraklarına vuruyordu. Birkaç ahşap eve ve ahşap kiliseye baktıktan
sonra geri döndük, mevsim yaz olsaydı aşağıya kadar iner tam bir daire çizerek
yukarı çıkardık. Yine de güzeldi.
Parktan çıktıktan sonra
Sadet Teyzenin, neden tramvaya binmiyoruz, söylenmelerine takılmadan, çünkü bir
durak sonraydı, Liçakivski müze mezarlığına yola koyulduk. Ana yola çıktıktan yaklaşık
10 dakika sonra mezarlığın kapısındaydık. Geçerken, geçen sefer göremediğim
Peter ve Paul Kilisesini de dışarıdan görmüş olduk.
Liçakivski mezarlığında
yaklaşık 400.000 kabir bulunmakta ve bunlardan 3000’inde mezar taşları
heykeller şeklinde. Yatan kişinin mesleğine ve karakterine uygun heykeller
yapılmış. Bu mezarlık bizim için ayrı bir önem taşıyor. Türkiye’den sonra en
çok Türk şehitliğinin olduğu ülke Ukrayna, ülkede yedi ayrı şehirde Türk
şehitliği bulunmakta, bunlardan birisi de Hürrem Sultanın da doğduğu köy olan
Rohatın Türk Şehitliği; İnşallah orayı da ziyaret etmek nasip olur.
Birinci Dünya savaşında
Enver Paşa Tarafından Almanlara yardım etmek maksadıyla açılan Galiçya
cephesine 23 Temmuz 1916 ile Eylül 1917 tarihleri arasında 15. Kolordunun iki
tümeni gönderilir. Bu iki tümende bulunan 595 subay ve 32.017 er Osmanlının en
iyi teçhizata ve kıyafete sahip Çanakkale’de de savaşmış askerler
bulunmaktaydı. Bu askerlerden yaklaşık 12.000 asker şehit olmuştur. Daha
savaşın ilk günlerinde yaklaşık 100 subay ve 7000 er şehit olmuştur. Bunların
200’ünün Liçakivski mezarlığında olduğunu Ukraynalı tarihçiler söylemektedir.
Ancak bugüne ne isimler ne mezarlarının yerini bilen kalmıştır. Galiçya
cephesini ve buraya gönderilen askerlerin hazin hikâyelerini merak edenler
araştırıp okuyabilirler. Biz de Galiçya anıt-sütununu ziyaret ettik, ruhlarına
bir dua okuyup mezarlıktan ayrıldık.
Tramvayla Rinok Meydanı
yakınındaki Pidvalna durağında indik. Bu arada kısa bilgi tramvay biletlerini
vatmandan alabiliyorsunuz ve aldığınız bileti tramvayın içindeki basit bir
aletteki yarığa sokarak delmeniz, yani iptal etmeniz gerekiyor. Bu bileti
yolculuğun sonuna kadar atmayın.
Akşam yemeklerini
yedikten sonra, sokaklarda dolaştık. İsteyenler P’yana Vişnya’da (Rusçaya
benzerliğinden dolayı diyorum; Türkçesi “sarhoş vişne” olabilir) sıcak vişne
likörlerini içtiler. Giderseniz zaten önündeki kuyruktan tanıyacaksınız, bir de
göğsünde iki vişne resmi olan kadın resmini görünce, tamam burasıymış
diyeceksiniz.
Son gün her zaman
olduğu gibi alışverişe ayrıldı. Arkadaşların çoğu önceden alkollü içeceklerini ve
çikolatalarını almıştı. İçecekleri Roksalan’ın alt katındaki marketten aldılar.
Roksalan da bildiğiniz üzere Hürrem Sultan’ın gerçek adı. Çikolataları yemek
için çikolata fabrikasından aldık; hediye için Roshen’den. Roshen çikolataları
da şu anda başkan Poroshenko’nunmuş.
Seçilirse satacağını söylemişi ama seçilince satmamış. Dünyanın her yerinde
bilindik hikâyeler.
Leyla Hanım’a ceviz
satın almak için de yine Roksalan’ın yanında kurulan halk pazarına gittik, bu
fırsatla orayı da bir kez görmüş oldum. Mayıs ayı gezimizde dışarıda da sebze,
meyve satanlar vardı ve dolayısı ile daha ilginçti.
Mayıs ayında bir de
şehir içi tur trenine(araç) binmiştik, bu sefer soğuk ve zaman darlığından
yapamadık, eğlence olsun diye binilebilir. Zaten gezdirdiği yerlerin %80’ini
siz önceden görmüş ya da sonra görecek oluyorsunuz.
Belediye kulesine yine
çıktık, 408 basamağın tamamını kimimiz tırmandı, kimimiz yarısına kadar
asansörle çıktı. Lviv’in yaz görüntüsü de, kış görüntüsü de güzeldi.
Kasım ayı gezimizde
yapamadığımız bir diğer şey de Yüksek kale tırmanışı oldu. Hava soğuk ve sisli
olunca değmeyeceğine karar verdik.
İki turdan aklımızda
kalanlar elbette bu kadar değil, ancak o kadar çok şey var ki anlatılacak,
hepsini anlatmak mümkün değil.
Gelecek Lviv yazımda
sadece heykeller, anlamları ve hikâyeleri olmalı diyorum ve haydi hayırlısı
diyerek konuyu kapatıyorum.
Her iki geziye katılan
ve gezimizi anlamlı kılan bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Zaman
zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, yazılarına ve katılmıyor olsam da
fikirlerine değer verdiğim Leyla YILDIZ Hanımın tarih ve detay açısından yoğun,
daha akademik olan facebook yazısını da okumanızı tavsiye ederim. Diğer
arkadaşların da yazılarını okumaktan zevk duyarız, yazdıkları takdirde.
Rinok meydanında ellerinde bir kaç saatten bir güne varan tur satan kişiler var. Normalde Ukrayna vatandaşı olmayana anlatım Ukraynaca olduğu için satmıyorlar ama, ben turla gider, gezilen yerleri görürüm diyorsanız, oldukça ucuz.
Lviv Şehir Haritası
İşinize yarayabilecek kartvizit ve adresler
Yorumlar
Yorum Gönder